Kitaptan
Oslo Pass
Hostelden 24 saat geçerli Oslo Pass kart alıyorum. Bu kart şehir içindeki tüm otobüs, tramvay ve deniz taşıtlarına ücretsiz binmemi sağlıyor.
Otuz civarındaki müzeye serbest giriş hakkı veriyor ve daha birçok mekan için girişte indirimler yapılmasını sağlıyor. Bir günde üçten fazla sayıda müze ziyareti yapılacaksa bu karttan aşmak hesaplı geliyor.
Kartın ücreti 230 Kron. İlk kullanıldığı andan itibaren 24 saat geçerli. Yarın bu saatlerde havaalanına doğru yol alıyor olacağımdan gayet mantıklı oldu bu kartı almak.
Bygdoy
...Aker Brygge’ye geçiyorum. Buradan müzelerin olduğu karşı kıyıya geçen 91 numaralı vapurların kalktığı Bygdoy iskelesine yürüyorum; beş dakikalık yürüme mesafesi. Yarım saatten daha az süre tekne yolculuğu ile Bygdoy’a ulaşıyoruz.
Burada Fram Müzesi, Viking Gemisi, Kon Tiki Müzesi, Norveç Denizcilik Müzesi ve Norveç Folk Müzesini gezeceğim.
Viking Muzesi
Viking Gemisi Müzesi’nin içinde bilinen en eski Viking gemisi bulunuyor. Gemiyi inceliyorum. Bu bir ahşap gemi. Tahtalar hiç düzgün olmayan metal parçalarla birleştirilmiş. Çok güzel detaylar var.
Geminin su altında kalan kısmına bile süslemeler yapmaya üşenmemişler. Sanata, görsel güzelliğe hep önem vermişler. “nasıl olsa bu kısım su altında kalıyor” diye düşünmeyip ağaca el oyması ile süslemeler yapmışlar.
Müzenin içinde gemiden başka eşyalar da var. Eskiden kullanılan çocuk beşikleri, kar kızakları ve at arabaları var. Eşyaların hepsi ahşap oymaları ile süslenmiş.
Norvec Halk Muzesi
Viking müzesinden sonra Norveç Folk Müzesine gidiyorum. Girişteki büyük kısımda Norveç kültürü ile ilgili giyim eşyaları, ev eşyaları sergileniyor.
Açık alanda Norveçlilerin bin yıldır yaşadığı ev tiplerini yeniden yapmışlar ve sergiliyorlar. Çatısında çim yetiştirilen evler bana en ilginç gelenleri.
Sadece evleri sergilemekle kalmamışlar, kültürlerini anlatmak için görevli çalışanlar var. Evlerden birisinin içinde geleneksel kıyafetleri ile bir genç bayan ziyaretçilere ateşte pişirdiği kahveden ikram ediyor.
Bir başka yerde evin önündeki at arabası ve at ile yük taşıyan başka bir bayan var. Evlerin içinde eskiden kullanılan ev eşyaları da sergileniyor.
Çatısında Çim Olan Evler
Evlerin arasında dolaşırken çatısında çim yetiştirilen tipte evlerden birisini inşa etmekte olan bir Norveçli ile konuşma fırsatı buluyorum.
Çatının iskeletini kalaslardan yaptıktan sonra tahta ile kaplıyorlar ve ardından bir çeşit ağacın kabuğundan kat kat yığıyorlar. Bir metrekaresi 15 kilo civarında geliyormuş bu kabukların. Kabukların üstüne çimlerin büyümeye başladığı toprak kalıplar yerleştiriyorlar. Toprağın bir metrekaresi de 25 kilo kadar geliyormuş.
İzolasyon malzemesi ve toprak toplamı çatıya her bir metrekare için 40 kilo ağırlık getiriyor. Çatısında çim yetiştirilen bu evin toplam büyüklüğü yirmibeş metrekare civarında ve çatısı yaklaşık kırk metrekareymiş; çatının ağırlığı 1.600 Kg.
Çok yağış alan bir bölgede böyle bir çatının ömrü on ile onbeş sene aralığında oluyormuş. Sonra yalıtım malzemesinin değişmesi gerekiyormuş. Ama az yağış alan bir yerde yüz seneye kadar dayanabiliyormuş.
Bu tip çatıların geleneksel kiremit çatılara göre en önemli avantajı yazın sıcağın evin içine girmesine karşı ve kışın evin ısınması için çok etkili yalıtım sağlaması.
Çatısı Taş Evler
Norveç’in toprak zemininde çok fazla bazalt taş olduğundan bir dönem evlerin çatısında kiremit yerine bazalt taşlar kullanılmış. Bu volkanik taş türünün erime sıcaklığı 4.000 derece civarında ve ısı yalıtkanlığı çok yüksek.
Norveçliler kendi doğal kaynaklarını gayet iyi kullanmışlar. Vakti zamanında bazalt taşları evlerinin çatısında kullandıkları gibi bu evlerin sergilendiği açık hava müzesindeki yürüyüş yollarını da bazalt taşları kalebodur gibi kesip yere dizerek yapmışlar.
Geleneksel Sanatlar Yaşıyor
Bu açık hava müzesinde güzel sürprizlerle karşılaşıyorum.
Elle Kapkacak Üretimi
Evlerden birisinin içinde geleneksel yöntemlerle kilden bardak ve çanak üretiyorlar.
Geleneksel Örgü
Evlerden birisinin önünde orta yaşın biraz üstündeki üç hanımefendi geleneksel sanatlarından birisini icra ediyorlar.
Gördüğümde beni en çok şaşırtan sanatlardan birisi oldu bu. Bir dokuma tezgahı gibi örgü yapıyorlar. Dantel örmek gibi birşey ama çok sayıda ipi birbirine dolayarak bir çeşit örgü yapıyorlar.
Bygdoy'da Ulaşım
Norveç Folk Müzesi’nin hemen çıkışında otobüs durağı var. Buradan 30 numaralı otobüse binerek denizcilik müzelerinin olduğu yere gidiyorum. Yolculuk on dakikadan daha az sürüyor.
Fram Müzesi
Müze’nin binası çok alışılmış bir şekilde yapılmamış. İlk gördüğüm zaman “neden böyle” acaba diye bilinçsizce aklımdan geçirmiştim. Sebebi müzenin kapısından içeri girince anlaşılıyor. İçeride devasa ahşap gemi Fram var.
Bu tamamı ahşaptan yapılmış olan gemi ile Kuzey Kutbuna en yakın giden ahşap gemi ve ardından “Güney Kutbu da var mıdır acaba” diye aramak için güneye doğru yola çıkmış aynı kaşif ekibi ile beraber. Sonuç olarak her iki kutba da her iki kutba da giden tek ahşap gemi olmuş aynı zamanda.
Geminin içine girip her tarafını dolaşıyorum. Keşif gezileri boyunca bilimsel araştırmalar için kullanılan araçların yanısıra mürettebatın yaşam alanı olan gemide kış şartlarında yaşamak için ve avlanmak için kullanılan birçok araç-gereç sergileniyor.
Gemi ile kutba gitme fikri ve geminin lideri Fridtjof Nansen aynı zamanda bilim adamı ve hümanist.
Kon-Tiki Müzesi
Otuz yıllık ömrümde bu ismi ilk defa Norveç’e geldiğim zaman duyuyorum. Aslında ne kadar da önemli keşifler yapmışlar.
Kon-Tiki sadece bambudan yapılmış bir sal. Rüzgara göre ve suyun akıntısına göre hareket ediyor. Norveçli bilim adamı ilk Kon-Tiki ile Atlantik Okyanusundaki akıntıları 1947 yılında keşfetmiş. Günümüzde gemi yolculuklarının daha düşük maliyetlerle ve daha hızlı yapılması bu keşfe dayanıyor.
Bu akıntıların keşfedilmesi yeni sorular akla getirmiş. Acaba insanlar 1492’de Amerika’nın keşfedilmesinden çok önceleri Atlantik okyanusunda karşıdan karşıya geçiyor olabilirler miydi?
Atlantik Okyanusundaki bu akıntılar keşfedildikten sonra acaba bu akıntılardan pasifikte de olabilir mi diye bir başka keşif yolculuğuna çıkılmış. O yolculuk için biraz daha büyük bir Kon-Tiki Salı yapılmış.
Toplam 101 gün süren yolculuk kameraya da alınmış ve akıntıları keşfetmekle kalmamışlar aynı zamanda yılın en iyi belgeseli dalında Oscar almışlar.
Kon-Tiki müzesinden çıktıktan sonra acıktığımı hissediyorum. Denizcilik müzesine girmeden önce yanımda taşıdığım son sandviçimi oturduğum bankta Oslo Fiyordunu izleyerek keyifle mideye indiriyorum.
Norveç Denizcilik Müzesi
Müzenin girişinde balıkçılar tarafından yüzlerce yıl öncesinde kullanılan balıkçı tekneleri sergileniyor. Müzenin içerisinde birçok büyük ve kendi alanında yenilikler getirmiş büyük Norveç gemilerinin maketleri var.
Norveç Denizcilik Müzesi’nin pek fazla ziyaretçisi yok. Belki de geç saate kaldığım için pek fazla insan kalmamış da olabilir.
Müzenin en alt katında bir sinema salonu var ve burada sürekli bir video dönüyor. Yarım saatlik Norveç tanıtımı videosu şimdiye kadar izlediğim en güzel yapılmış çalışmalardan birisi.
İzlediğim video yan yana ve açılı yerleştirilmiş beş adet sinema perdesine beş farklı projeksiyon cihazı tarafından yansıtıyor. Ülke hakkında yarım saatte bu kadar çok bilgi edinmenin bir daha iyi bir yolu olabilir mi bilemiyorum.
Kon-Tiki Sürprizi
Bygdoy bölgesindeki beş tane müzeyi gezip Oslo Şehir merkezine geri gitmek üzere iskeleye doğru yürürken bir güle güle sürprizi yaşıyorum. İskeleye bağlanmış bir Kon-Tiki var. Keşif için kullanılan ile aynı boydaki modern Kon-Tiki ile tura çıkabiliyorsunuz.
İsveç'ten Norveç'e Çalışmaya
Tekne ile şehir merkezine geri dönüyorum. Oslo Reptile Park’a gidiyorum. Gideceğim yeri sorduğum iki arkadaşın yolu binanın önünden geçiyormuş. Yürürken konuşuyoruz. İsveç’ten buraya çalışmaya gelmişler.
Aslında refah seviyesinin çok iyi olduğunu düşündüğüm ülkelerden birisiydi İsveç ama gençlerin anlattığına bakılırsa üniversite öğrencilerinin çalışabileceği pek bir yer yokmuş.
Birçok üniversite öğrencisi tatil zamanlarında ya da boş vakit buldukları zaman çalışmak için Norveç’e geliyormuş. Norveç’teki balık işleme fabrikaları saat başına oldukça yüksek çalışma ücretleri veriyormuş.
Oslo Reptile Park
Burası adından da anlaşılabileceği gibi sürüngenler müzesi. Yılanlar, kertenkeleler, örümcekler sergileniyor.
Haftada sadece bir defa Salı günleri akşam saat beşte beslendiklerini Oslo Pass kart ile beraber verilen müzeler rehberinden okumuştum. Zamanlama çok iyi rastladı.
Yılanlar yeni öldürülmüş fare ile besleniyor, kertenkelelerin birçoğu canlı çekirgelerle besleniyor. Kapalı cam bölmelerdeki sürüngenlerin yanına çekirgeleri avuçları ile atan müze görevlisi Norveçli dünyalar güzeli bir genç bayan. “Böyle güzel bir kız nasıl böyle bir iş yapar” diye düşünüyorum bir an ama bu ülkedeki bütün kızlar çok güzel :)
Sürüngenler arasında bana en ilginç gelenlerden birisi timsah ile aynı yerde yaşayan et yiyici kaplumbağa. Hayvanın kabuğu ve derisi sanki dinozorlar çağından geliyormuş gibi görünüyor.
Bir başka yerde çeşitli kurbağa türleri sergileniyor. Aralarından birisi masmavi ve son derece güzel rengi ile dikkat çekiyor, Azureus kurbağası.
Ama unutmamalı ki doğada rengi en canlı olan, en dikkat çekici güzellikteki canlılar en tehlikeli olanları. Bu kurbağaya dokunmak anında ölmek demek. Derisinden salgıladığı zehrin bir gramının yüzbinde biri kadarı insanı öldürmek için yeterli !
Ziyaretçilerin tehlikeli olmayan canlılara dokunmasına izin veriyorlar. Zehirli olmayan bir yılanı elime alıyorum.
Şehirde Dolaşıyorum
...Şehrin içinde rastgele dolaşmaya devam ediyorum. İnsanların kullandığı bisikletlere dikkat ediyorum da hepsi yüksek kaliteli bisikletler. Hepsi alüminyum kadro üzerine kurulmuş kaliteli bisikletler.
Hollanda’da ve Belçika’da da çok bisiklet kullanan gördüm ama orada demirden yapılmış kalitesi düşük bisiklet vardı çok sayıda. Oslo öyle değil. Buradaki bisikletlerin hepsi kaliteli.
Şehrin refah seviyesi inanılmaz yüksek. İnsanların yaşadıkları evler çok güzel. Başkentteyim, şehir merkezindeyim, buna rağmen birçok müstakil ev görüyorum. Apartmanlar var olsa bile bildiğimiz düz beton yığını şeklinde değil de gayet güzel tasarlanmış binalar.
Lüksemburg mu daha lüks yoksa Oslo mu diye düşünmeden edemiyorum. Oslo’nun aynı zamanda denizi de olduğundan çekiciliği daha fazla. Tamam, sokaklarda Lüksemburg’ta olduğu kadar çok sayıda Porsche, Ferrari, Aston Martin gibi spor arabalar yok ama Norveç 5 milyon nüfuslu bir ülke. Lüksemburg ülkesi gibi beşyüzbin nüfuslu bir ideal ülke modelinden daha fazlası var bu ülkede.
Ayrıca Oslo şehri ile Lüksemburg şehri kıyaslandığında Oslo şehri çok daha büyük ve bu kadar büyük bir şehirde bu kadar ileri seviyede bir medeniyet, bir şehir düzeni kurmuş olmaları büyük bir başarı.
Şehirdeki yeşil alanların çokluğu, parklar, trafik yoğunluğu olmayışı çok önemli özellikler. Şehrin içindeki yeşil alan yoğunluğu Lüksemburg’a göre daha fazla.
Holmenkollen
En yakındaki metro istasyonundan trene biniyorum, Holmenkollen kayakla atlama pistini görmeye gidiyorum. Pist yüksek bir yerde, tramvay yolculuğu boyunca etrafıma bakınıyorum, her taraf yeşillik, çok güzel evlerde yaşıyor bu şehrin insanları.
Yaklaşık yirmi dakika süren tren yolculuğundan sonra Holmenkollen’e ulaşıyorum. Oslo şehri ve Oslo Fiyordunun en güzel göründüğü yerlerden birisi olarak burası addediliyordu rehberlerde ve gerçekten de hakkı varmış. Kayak pisti şehre oldukça hakim bir konumda. Saat akşam dokuza geliyor olmasına rağmen hava halen aydınlık.
Şehre geri dönerken yanından geçtiğim bir otopark ülkenin refah seviyesinin ne kadar yüksek olduğunu gayet iyi gösteriyor. Otoparktaki araçların yarıdan fazlası SUV sınıfına dahil.
Norveç’te çalışma şartları Avrupa’nın geneline göre biraz daha çetin olabilir. Gittiğim marketin tabelasında açık olduğu saat 7 - 23 aralığı diye görünüyor. Gerçi mesai düzeninde çalışılıyordur muhtemelen ama Avrupa’nın genelinde alışveriş yapılabilecek yerler akşam saat 6 gibi kapanır.
Market raflarındaki hemen her ürünün üretim yeri Norveç. Böylelikle kendi ülke insanları için iş imkanı yaratmış oluyorlar.
Opera Binası
Norveç seyahatimin amacı yılın en uzun gününü olabildiğince kuzeyde geçirmekti. Opera binasına doğru yürüyorum. Saat 23:17’de hava alacakaranlık. Güneş artık görünmüyor ama etraf kararmadı. Etrafta bayağı insan var, şehir yaşıyor.
Opera binası insanların çatısına çıkıp etrafa bakınabileceği şekilde yapılmış, tırmanma rampasını yürüyerek çıkıyorum çatıya. Binanın çatısına, terasa çıkıyorum. Etraf alacakaranlık. Hava bundan daha fazla kararır mı bilmiyorum, belki bu şekilde biraz daha kalıp aydınlanmaya başlayacak. Enerjim elverirse, yorgunluk ağır basmazsa sabaha kadar durmak istiyorum.
Güneş kaybolduktan sonra Oslo ciddi soğuk oluyor. Üstümde en altta pamuk içlik, üstünde ince yün kazak ve en üstte kalın montum olmasına rağmen üşüyorum.
Saat bire doğru soğuk dayanılmaz bir hal almaya başlıyor. Opera binasının son bir fotoğrafını çektikten sonra bu saatte hiçbir toplu taşıma çalışmadığından yirmi dakika yürüyorum hostele kadar. ...
Devamını okumak isteyenler, kitabı satın alabilirler.
Kitap sipariş sayfası.